Düzce Üniversitesi
Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr.
Adnan Özçetin, Korana virüs (COVİD-19) salgınının psikolojik etkileri ve bu
süreçte dikkat edilmesi gerekenler hakkında bilgi verdi.
Korana virüs
bulaşıcılığının ve belli yaş grubu ile ek hastalıkları olanlarda ölümcül
etkisinin yüksek olmasına dikkat çekerek açıklamasına başlayan Prof. Dr.
Özçetin, bu durumun hastalık konusunda farklı duyarlılıklara ve riskli farklı
tutumlara yol açtığını ifade ederek, “Özellikle sağlıklı çocuk, genç ve
erişkinlerde ‘Bizde hastalık yok, bize bir şey olmaz’ düşüncesi hakim olmakta
ve bu gruptaki bireylerin büyük bir kısmı kontrolsüz ve rahat bir şekilde
yaşamı sürdürmek istemektedir. Daha yaşlı ve ek hastalıkları olan bireyler ise
çok daha endişeli olup korkuyla davranma eğilimi içinde olmaktadırlar. Bireylerin
bu zıt tutumları hastalığın bulaşma riskini çok daha fazla arttırmaktadır.
Elbette bazı bireylerin de mevcut durumu öğrenip anlayarak oldukça sorumlu
davrandıklarını da biliyoruz” dedi.
“Salgının sona
ermesinden sonra temel insani özellikler kalıcı hale gelecek”
Korona virüs salgını ile
birlikte uygulanan “sosyal mesafe” kavramının insanları fiziksel olarak uzak
durmasının etkilerine değinen Prof. Dr. Özçetin, “İnsanlar sosyal varlıklar
olduğundan birbirine ne kadar ihtiyaçları olduğunun, birine dokunmanın; eşine, çocuğuna,
arkadaşına, yakınına sarılmanın ne kadar temel insani ihtiyaç olduğunu daha iyi
anlamaya başladılar sanıyorum. Bu salgının sona ermesinden sonra da insanlığın
oldukça önemli bir kısmında bu temel insani özellikler kalıcı hale gelecek. İnsanlar
mutluluğun sadece ekonomik anlamda bir şeylere sahip olmak değil, bireyin
kendisine yakın olan, kendisini seven, iletişim kurabildiği, özlediği,
kavuştuğu, dokunduğu, sarıldığı diğer insanların varlığı ile ilişkili olduğunu
daha çok fark edeceklerdir” şeklinde konuştu.
Saplantı zorlantı bozukluğu
hastalıkları şiddetlenebilir
Bu tür salgınların
kişilik yapılarına göre farklı etkiler oluşturabileceğini dile getiren Özçetin,
kaygılı insanların endişelerinin artması sonucu panik bozukluklar, anksiyete
bozuklukları, uzun süre yalnız, kimsesiz kalma sonucu çeşitli derecelerde
depresyonlar, güvenlikli ve sağlıklı yaşam hakkını kaybettiğini düşünenlerde
hastalık hastalığı, özellikle bir tanıdığı ya da yakınını kaybedenlerde yas
tepkileri gelişebileceğini bildirdi. Öğretim Üyesi Özçetin, ayrıca
saplantı-zorlantı bozukluğu olanların önemli bir kısmının aşırı titiz, düzenli,
kontrolcü özelliklerinin koruyucu olduğunu düşünerek başladıkları ve
sürdürdükleri tedavilerinden vazgeçebileceği ve bu tür hastalıkların
şiddetlenebileceğini de sözlerine ekledi.
Bu salgınla birlikte
insanların endişe ve kaygılarının oldukça arttığını belirten Prof. Dr.
Özçetin, kaygısı artan insanların
hastalık bulaşacağı korkusu nedeniyle hastane ortamına gelmekten çekindiğini ve
mümkün olduğunca telefon üzerinden sorunlarına çare talebinde bulunmaya
çalıştığını kaydetti.
“Psikolojik bir
savaş”
Yaşamı tehdit eden,
yaşam kalitesini düşüren her şeyin birey için var olma kaygısını arttıracağına
işaret eden Prof. Dr. Özçetin, bu salgının da aynı zamanda biyolojik zeminden
kaynak alan psikolojik bir savaş olduğunu ifade etti. Öğretim Üyesi, “Tüm
canlılarda olduğu gibi insanlık için de en temelde canlılığı koruma ve yaşamı
sürdürme motivasyonu vardır. Çünkü herkesin bildiği gerçek yaşamayan biri için
Dünya’nın bir önemi ve anlamı yoktur. İnsanlar için varlığa tehdit oluşturan
her durum psikolojik savaş alanıdır” dedi.
Yaşam koşullarına
karşı verilen her yanıtın bağışıklık ve direnci doğrudan etkileyeceğini
belirten Prof. Dr. Özçetin, “Nasıl bir durum ya da sorunla karşılaştığımız
hakkında yeterli ve doğru bilgiye sahip isek vücudumuzun vereceği tepki de
özellikle endişe ve korkunun hakim olmaması nedeniyle daha gerçekçi olacak ve
gücümüzü arttıracaktır. Yanlış, eksik ve yetersiz bilgi sonucu endişe ve
korkumuzun aşırı olması gerçeğin ötesinde aşırı, hemen olacak ölümcül tehlike
algılamamıza sebep olur. Böyle bir durumda vücudumuzun vereceği tepkiler tüm
hormonal sistemleri devreye sokarak kendimize de zarar verecek biçimde
olacaktır. Özetle diyebiliriz ki; tehdit ya da tehlikeyi nasıl algılarsak duygu
ve düşünceler öncülüğünde tepkimiz ve dolayısı ile direnç ve bağışıklığımız da
değişecektir” diye konuştu.
“Gerçekleri kabullenip uygun önlemlerle
yaşamak bizi rahatlatmaya başlatacaktır”
Salgın sürecinde yanlış ve yetersiz bilgilerden uzak durarak doğru ve gerçekçi bilgilere önem vermek gerektiğinin altını çizen Prof. Özçetin, bilim insanlarının önerileri ve yönlendirmelerine uygun davranılmasının önemine vurgu yaptı. Özçetin açıklamasını “Virüs ve salgın hakkında neredeyse hiç bilgisi ve fikri olmayan kişilerin ya da bilmiyorsak kendimizin geliştirdiği düşüncelerle hareket etmemek, hayali senaryolara kaymamak gerekir. Bilinmezlik ve belirsizlik her zaman kaygı ve stresi arttırır. Bundan dolayı hoşumuza gitmese, bizi korkutsa da gerçekleri kabullenip ona göre uygun önlemlerle yaşamak süreç içinde bizi rahatlatmaya başlatacaktır” şeklinde sonlandırdı.